Pazar, Aralık 24, 2006

yıllar sonra...

cumartesi akşamı, gerçekten çok uzun yıllar sonra, lise yıllarından çok sevdiğim ve lise sonrası amerikaya gitmesiyle uzun süre haberleşemediğim bi arkadaşımın yaklaşık iki ay önce bu fikri öne atmasıyla başlayan organizasyon sürecini sağ salim atlatarak, kapsamlı bi lise sınıf arkadaşları buluşması gerşekleştirdik. hernekadar rezervasyon yaptırdığımız meyhane 18 kişilik grubumuz için 16 kişilik ve iki farklı masa hazırlama gafletini göstermiş olsa da, gecemiz çok iyi geçti. sohbet önce; şimdi naapıyosun, nasılsın, aa hiç değişmemişsin vs. ile başladı ve tabiiki ilerleyen saatlerle lise hatta ortaokul anılarına ve beraberinde de bolca kahkahalara dönüştü. sabaha karşı evlerimize dönerken, hepimizin yüzünde kocaman birer gülümseme vardı...
bu güzel geceden sonra bugün sabah ve hatta tüm gün normalin iki katı ağır ve ağrıyan bi baş, yaklaşık 4 saatlik uykuyla idare ettiğinden kıpkırmızı gözler ve tam bi uyuşuklukla geçti... hıı, bi de aksam saat 19.00 civari, güzel bi akşamüzeri kestirmesinin tam ortasında, telefonumun çalışıyla uyanıp, yarın sabah saat 5.30da kütahyaya gitmek üzre yola çıkacağımızı öğrenip, küçük bi şok yaşadıktan ve sarsılarak kendime geldikten sonra, yolluk, en çok da kahvaltılık tuzlu bişey olsun yanımızda diye, tarifini suradan aldığım, gerçekten çok ama çok lezzetli, resimdeki peynirli-bezelyeli kek ten yaptım... bi de bu cümlenin sonunda acaba en fazla kaç virgüllü bi cümle kurabilirim diye düşünüp kendimden korktum... bu ne yaaa, böyle cümle mi olur dememek lazım, orhan pamuk okumaya tam gaz devam...

Çarşamba, Aralık 20, 2006

PARİS 360°

Nihayet, bi süre önce gazetede haberini okuduğum ve açılışını beklediğim sergiye gittim. Tabii işten güçten iki hafta gecikmeli olarak. Panoramik fotoğraflara daha önceden aşina olmama rağmen, sanırım Paris olmaları ve bu derece profesyonel olmaları sebebiyle çok etkilendim. Gezerken bunlar fotoğraf değil resim gibiler diye düşünmüştüm, sonradan öğrendim ki bunun en büyük sebebi baskıların tuale yapılmış olmasıymış.

Bi de fotoğraflarda en hoşuma giden şey, Pariste meydanlardaki, sokaklardaki, binalardaki, dönemin şehircilik ve mimari anlayışının bir yansıması olan, simetrinin; gerçekte insan gözünün tarayabildiği açıdan dolayı bir iki farklı bakışla algılanabiliyorken, fotoğraflarda çok net şekilde görülebiliyor olmasıydı. Özellikle de opera meydanı fotoğrafında...
Sanatçı şu anda da eş zamanlı başladığı İstanbul projesi üzerinde çalışıyormuş. Onu da dört gözle bekliyorum. Bu sergi İstanbuldan sonra İzmir, Ankara ve başka şehirlere de gidecekmiş. Parissever arkadaşlarıma haber vermeliyim hemen...

Pazar, Aralık 17, 2006

sevgili askerdeyken, ben...


daha çok çay içiyorum
daha çok çalışıyorum
daha çok araba kullanıyorum
daha az yemek yapıyorum
daha çok kitap okuyorum
daha çok tv izliyorum
daha çok alışveriş yapıyorum
daha çok evde zaman geçiriyorum
daha az alkol tüketiyorum
daha çok makyaj yapıyorum
daha çok öğün geçiştiriyorum
daha çok iş seyehati yapıyorum
daha çok temizlik yapıyorum
daha az su içiyorum
daha çok avm geziyorum
daha çok telefonda konuşuyorum
daha az deniz kenarına gidiyorum
daha çok taksiye biniyorum
daha çok aylık dergi alıyorum
daha az gece dışarda oluyorum
daha çok kuaföre gidiyorum
veee...
bi dee onu çok özlüyorum!!!!

Pazar, Aralık 10, 2006

geçen hafta I...

Geçen hafta çok özel ve güzel bi haftaydı... Çünküü darlingim izin aldı ve 5gün istanbuldaydı... Pazar günü öğleden sonra gittim aldım alandan ve taa cuma sabahı da bıraktım... Yaklaşık 4ay sonra burada olması ve onunla vakit geçirmek öyle iyi geldi ki... Bu askerlik mevzusu öncesi hayatımız bir anda geri geliverdi, ve anladımki bundan 40gün sonra da böyle hemencecik eski hayatımıza kavuşacağız ve bu da inanılmaz içimi rahatlattı... Çünkü zaman ilerledikçe ve günler hatta aylar geçtikçe insan ister istemez bi kabulleniş haliyle, içinde bulunduğu duruma alışıveriyor ve tüm sistemler buna göre programlanıyor, kendiliğinden... Bu insanın hoşuna gitse de gitmese de... Ama araya giren şu kadarcık kısa bi değişiklik hemen kendine getiriyor insanı... Evet tabi bu 5 aylık süre de hayatın farklı deneyimlerini içeren bi dilim olarak çok şey ifade edecek sonrası için... bunu da biliyorum ve bunun da deneyimlenmesi gereken bi dönem olduğu bilinciyle geçiriyorum bu zamanı ve böylece de kahretmiyorum kendimi, diğer bi sürü insanda görüp kınadığım şekilde...
Neyse bu kadar iç dökme yeter... Sevgili geliyor diye bi heyecan aldı ki beni, muhteşemdi... Şöyle bi bakıma çektim kendimi, cuma günü... Cilt bakımı, kuaför, manikür... Cumartesi günü eve bisürü alışveriş yaptım, sonra da sevgilinin sevdiği şeyler hazırladım zevkle... Portakallı- fındıklı-kayısılı kek, mantarlı-peynirli börek, sakızlı muhallebili güllaç ve balkabağı çorbası... Bu sonuncuyu ilk kez denedim, ama sanırım onun da favorilerine girdi bu çorba...
portakallı-fındıklı-kayısılı kek
malzemeler
-2 yumurta
-1 bardak şeker
-1/2 bardak sıvı yağ
-1 portakalın suyu ve kabuğunun rendesi
-2.5 bardak un
-1 pk kabartma tozu
-1/2 bardak irice dövülmüş fındık
-12 adet küçük doğranmış kuru kayısı
-3-4 yk kayısı marmelatı
yapılışı
Yumurtalar iyice köpürünceye kadar önce yanlız sonra şeker de eklenerek çırpılır, sonra yağ ve portakal suyu ve kabuğu eklenir. Enson un ve kabartma tozu elenir ve fındıkların birazı ayrılarak kuru kayısılarla birlikte hamur karışrırılır. Kek kalıbına hamurdan biraz dökülür, sonra araya kayısı marmelatı sürülüp kalan hamur eklenir. en üste kalan fındıklar serpilerek 175derece fırında yaklaşık 1 saat pişirilir...
notlar
-arada marmelat katmanı olduğu için, benim gibi güneş gidiyor telaşına düşüp keki tam soğumadan kalıptan çıkarırsanız kekiniz parçalanabilir, ve böyle dilim fotoğrafı çekmek zorunda kalırsınız
-marmelat katmanının altındaki hamuru üste göre daha çok tutmakta fayda var, yoksa marmelat aşağı doğru çökebiliyor, ve esit bi görüntü olmuyor...malum yerçekimi...
-bu kek, kek değil de sanki turta gibi oldu. bu yüzden bidahaki sefere ortası delik olmayan kelepçeli kalıpta pişirirsem, görüntü olarak da daha bi hakkını veririm diye düşünüyorum.

mantarlı-peynirli börek

malzemeler

- 2 adet yufka

-1 yumurta

-2yk yoğurt

-2yk sıvı yağ

-1/2 çay bardağı süt

- 1 orta boy soğan

-15 adet mantar

-10adet kiraz domates

-1 bardak rendelenmiş peynir

(ben 1/2 kaşar, 1/2 teneke tulum kullandım)

yapılışı

mantar soğan ve domatesler bir tavada önceden sotelenir. tepsi yağlanır ve yufkanın biri tepsiye serilir. tepsinin yüksekliğinden biraz daha fazla taşacak şekilde fazla kısımlar kesilip üzerine küçük parçalar seklinde serpiştirilir. yumurta, sıvı yağ, yoğurt ve süt karıştırılarak harç yapılır. yufka katmanının üzerine birazı dökülür. önceden hazırlanan sotenin suyu alınıp yufkaların üzerine peynirle birlikte serilir. ikinci yufka tepsinin tam olçüsünde kesilip kenara alınır. kalan kısım mantarların üzerine yine küçük parçalar seklinde serpiştirilir, harcın birkısmı daha bunların üzerine dökülüp bütün yufka serilir. alt yufkanın sarkan kısımları üste katlanıp kenarları kıvrılır. en sona kalan harç 1 kaşık şekerle karıştırılarak böreğin üstüne sürülür ve susam ve çörek otu serpilerek 200 derece fırında 40-45dk pişirilir.

notlar

-bu börek hafif ılıkken çok güzel oluyor. zira fırından çıkar çıkmaz iç malzemesinden ötürü, tehlikeli derecede sıcak olabiliyor...

-benim tepsim 30cm çapında idi...

sakızlı muhallebili güllaç

malzemeler- muhallebi için

-1/2lt süt

-1.5 fincan şeker

-1.5 fincan un

-3-4 adet dövülmüş damla sakızı

yapılışı

yüksek bir tepsiye, paketin üzerindeki tarife göre hazırlanmış 5 adet güllaç yaprağının yarısı serilir. süt, un, şeker ve sakız bir tencerede muhallebi kıvamına gelinceye kadar karıştırılarak pişirilir. yaklaşık 5dk mikserle çırpılıp güllaç katmanının üzerine dökülür. kalan güllaç yaprakları da muhallebinin üzerine yerleştirilip, güllaç tarifinden kalan süt tümünün üzerine gezdirilir. buzdolabında en az 3-4 saat soğutulup, dinlendirilip ceviz ve nar taneleriyle servis yapılır.

notlar

-tepsinin derin olması ya da altında bir tepsi daha olması iyi olur çünkü mutlaka taşıyor

-ceviz ve narsız bizim daha çok hoşumuza gitti çünkü böylece sakız aromasıyla yarışan hiçbirşey olmuyor ve tadı daha iyi alınabiliyor

-tarifi bir yemek sitesine gelen güllaç yorumlarında okumuştum. tam olarak kime ait olduğunu bilmiyorum


balkabağı çorbası
malzemeler

-600gr balkabağı

-1 adet patates

-1 adet soğan

-1yk kırmızı biber salçası

-2yk sıvı yağ

yapılışı

salça sıvı yağda biraz kavrulup, iri doğranmış soğan ve küp doğranmış patatesler eklenerek soğanlar şeffaflaşıncaya kadar kavrulmaya devam edilir. balkabakları irice doğranıp biraz tuz ve yaklaşık 1lt suyla birlikte ilave edilerek kısık ateste balkabakları iyice yumuşayana kadar pişirilir. son olarak blendırdan geçirilip karabiber ve muskat eklenerek kaynatılır. üzerine kıyılmış maydonozla servis edilir.

notlar

-maydonoz önce süs amaçlı idi, ama taze kıyılmış olarak çorbaya çok şey kattı, ve artık olmazsa olmaz oldu.

-resimde üzerinde görünen siyahlıklar da yine taze çekilmiş karabiber...

-blendırdan geçirme safhasından sonraki kaynatma sırasında, elde edilen kıvama göre sıcak su ilavesiyle istenen yoğunluk elde edilebilir. zira ben blendır aşamasında biraz yoğun olmasını kolaylık ve sıçramaması vs. için tercih ederim tüm bu tip çorbalarda.

Cumartesi, Aralık 09, 2006

geçen hafta II...

Geçen haftanın tümü çok çok çok dolu geçti... Her gündüz ve her akşam için bi program vardı... Bi de ben aralarda çalıştım da... Tabi normal zamanlara göre daha az... Neyseki düşündüklerimizin nerdeyse tümünü gerçekleştirebildik... İşte böyle zamanlarda insan serbest çalışmanın kıymetini biraz daha anlıyor...
Pazartesi günü geçen sene film festivalinde izleyip çok beğendiğimiz dondurmam gaymak a bidaha gittik... Salı günü darlingin ihtiyaçları için bi ön alışveriş merkezi gezmesi yaptık...
Çarşamba günü de Koç Müzesindeki Leonardo : evrensel deha sergisine gittik... Bu sergiye gitmek uzun zamandır aklımdaydı ama sevgili gelince gideriz diye gitmemiştim... Çok da iyi oldu, çünkü böyle şeyleri darlingle gezince daha bi zevkli oluyo... Hem o bu sergiyi kaçırsaydı, ben biçok şeyin yanında bi de bunun için üzülecektim... Leonardonun daha 1500lerde, makara sistemleri ve dişli çark sistemleri gibi mekanizmalar üzerine kafa yorup tasarladığı pek çok alet, günümüz modern mekanik araçların çoğunun yola çıkış mantığın yansıtıyor ve bu da insanı irkilecek derecede etkiliyor... Mutlaka görülmeliymiş gerçekten, iyi ki vakit ayırıp gitmişiz...



Son gün de bi istinye sefası yaptık. 7 aralık günü için hava da bundan daha iyi olamazdı herhalde... Tam, limonata gibi derler ya, öyle... Ne ufacık bi esinti, ne denizde bi dalga... Bizim gibi deniz kenarında yürüyüş yapan birkaç insan, yazları hep gittiğimiz ve kenarda biyerde zar zor yer bulabildiğimiz çay bahçesinde oturan sadece 1-2 masa... Ee tabii yanında bi de güzel bi bardak çay ve iyi kızarmış peynirli bi tost... Tam terapi...




Bu da yürüyüş yaparken karşımıza çıkan bi yenilik. Açıkhava spor parkı, dedim ama tam adı nedir bilmiyorum da ondan... Muhteşem bişey, bildiğimiz fitness salonlarındaki aletlerin neredeyse tümünün renkli ve açıkhava kullanımına uygun sekilde üretilmişleri... Stepper, bisiklet, kürek... ve daha adını bilmediğim neler neler... Bazılarını denedim, çok da eğlencliler... En güzeli de biçok büyük insanın burada vakit geçiriyor olması... Acaip özendim, istinye bana biraz uzak biyer tabii, ama neden benim evimin yakınındaki parkta da bunlardan olmasın ki... İlk iş bunu belediyeye yazıcam...
5gün böylece geçip gitti, ardından biraz hüzün oldu tabiii, ama katlanılabilir boyutta, tabi o da kalan 40 günün hatrına...