Pazar, Aralık 24, 2006
yıllar sonra...
bu güzel geceden sonra bugün sabah ve hatta tüm gün normalin iki katı ağır ve ağrıyan bi baş, yaklaşık 4 saatlik uykuyla idare ettiğinden kıpkırmızı gözler ve tam bi uyuşuklukla geçti... hıı, bi de aksam saat 19.00 civari, güzel bi akşamüzeri kestirmesinin tam ortasında, telefonumun çalışıyla uyanıp, yarın sabah saat 5.30da kütahyaya gitmek üzre yola çıkacağımızı öğrenip, küçük bi şok yaşadıktan ve sarsılarak kendime geldikten sonra, yolluk, en çok da kahvaltılık tuzlu bişey olsun yanımızda diye, tarifini suradan aldığım, gerçekten çok ama çok lezzetli, resimdeki peynirli-bezelyeli kek ten yaptım... bi de bu cümlenin sonunda acaba en fazla kaç virgüllü bi cümle kurabilirim diye düşünüp kendimden korktum... bu ne yaaa, böyle cümle mi olur dememek lazım, orhan pamuk okumaya tam gaz devam...
Çarşamba, Aralık 20, 2006
PARİS 360°
Bi de fotoğraflarda en hoşuma giden şey, Pariste meydanlardaki, sokaklardaki, binalardaki, dönemin şehircilik ve mimari anlayışının bir yansıması olan, simetrinin; gerçekte insan gözünün tarayabildiği açıdan dolayı bir iki farklı bakışla algılanabiliyorken, fotoğraflarda çok net şekilde görülebiliyor olmasıydı. Özellikle de opera meydanı fotoğrafında...
Sanatçı şu anda da eş zamanlı başladığı İstanbul projesi üzerinde çalışıyormuş. Onu da dört gözle bekliyorum. Bu sergi İstanbuldan sonra İzmir, Ankara ve başka şehirlere de gidecekmiş. Parissever arkadaşlarıma haber vermeliyim hemen...
Pazar, Aralık 17, 2006
sevgili askerdeyken, ben...
daha çok çay içiyorum
daha çok çalışıyorum
daha çok araba kullanıyorum
daha az yemek yapıyorum
daha çok kitap okuyorum
daha çok tv izliyorum
daha çok alışveriş yapıyorum
daha çok evde zaman geçiriyorum
daha çok makyaj yapıyorum
daha çok öğün geçiştiriyorum
daha çok iş seyehati yapıyorum
daha çok temizlik yapıyorum
daha az su içiyorum
daha çok avm geziyorum
daha çok telefonda konuşuyorum
daha az deniz kenarına gidiyorum
daha çok taksiye biniyorum
daha çok aylık dergi alıyorum
daha az gece dışarda oluyorum
daha çok kuaföre gidiyorum
Pazar, Aralık 10, 2006
geçen hafta I...
malzemeler
- 2 adet yufka
-1 yumurta
-2yk yoğurt
-2yk sıvı yağ
-1/2 çay bardağı süt
- 1 orta boy soğan
-15 adet mantar
-10adet kiraz domates
-1 bardak rendelenmiş peynir
(ben 1/2 kaşar, 1/2 teneke tulum kullandım)
yapılışı
mantar soğan ve domatesler bir tavada önceden sotelenir. tepsi yağlanır ve yufkanın biri tepsiye serilir. tepsinin yüksekliğinden biraz daha fazla taşacak şekilde fazla kısımlar kesilip üzerine küçük parçalar seklinde serpiştirilir. yumurta, sıvı yağ, yoğurt ve süt karıştırılarak harç yapılır. yufka katmanının üzerine birazı dökülür. önceden hazırlanan sotenin suyu alınıp yufkaların üzerine peynirle birlikte serilir. ikinci yufka tepsinin tam olçüsünde kesilip kenara alınır. kalan kısım mantarların üzerine yine küçük parçalar seklinde serpiştirilir, harcın birkısmı daha bunların üzerine dökülüp bütün yufka serilir. alt yufkanın sarkan kısımları üste katlanıp kenarları kıvrılır. en sona kalan harç 1 kaşık şekerle karıştırılarak böreğin üstüne sürülür ve susam ve çörek otu serpilerek 200 derece fırında 40-45dk pişirilir.
notlar
-bu börek hafif ılıkken çok güzel oluyor. zira fırından çıkar çıkmaz iç malzemesinden ötürü, tehlikeli derecede sıcak olabiliyor...
-benim tepsim 30cm çapında idi...
malzemeler- muhallebi için
-1/2lt süt
-1.5 fincan şeker
-1.5 fincan un
-3-4 adet dövülmüş damla sakızı
yapılışı
yüksek bir tepsiye, paketin üzerindeki tarife göre hazırlanmış 5 adet güllaç yaprağının yarısı serilir. süt, un, şeker ve sakız bir tencerede muhallebi kıvamına gelinceye kadar karıştırılarak pişirilir. yaklaşık 5dk mikserle çırpılıp güllaç katmanının üzerine dökülür. kalan güllaç yaprakları da muhallebinin üzerine yerleştirilip, güllaç tarifinden kalan süt tümünün üzerine gezdirilir. buzdolabında en az 3-4 saat soğutulup, dinlendirilip ceviz ve nar taneleriyle servis yapılır.
notlar
-tepsinin derin olması ya da altında bir tepsi daha olması iyi olur çünkü mutlaka taşıyor
-ceviz ve narsız bizim daha çok hoşumuza gitti çünkü böylece sakız aromasıyla yarışan hiçbirşey olmuyor ve tadı daha iyi alınabiliyor
-tarifi bir yemek sitesine gelen güllaç yorumlarında okumuştum. tam olarak kime ait olduğunu bilmiyorum
-600gr balkabağı
-1 adet patates
-1 adet soğan
-1yk kırmızı biber salçası
-2yk sıvı yağ
yapılışı
salça sıvı yağda biraz kavrulup, iri doğranmış soğan ve küp doğranmış patatesler eklenerek soğanlar şeffaflaşıncaya kadar kavrulmaya devam edilir. balkabakları irice doğranıp biraz tuz ve yaklaşık 1lt suyla birlikte ilave edilerek kısık ateste balkabakları iyice yumuşayana kadar pişirilir. son olarak blendırdan geçirilip karabiber ve muskat eklenerek kaynatılır. üzerine kıyılmış maydonozla servis edilir.
notlar
-maydonoz önce süs amaçlı idi, ama taze kıyılmış olarak çorbaya çok şey kattı, ve artık olmazsa olmaz oldu.
-resimde üzerinde görünen siyahlıklar da yine taze çekilmiş karabiber...
-blendırdan geçirme safhasından sonraki kaynatma sırasında, elde edilen kıvama göre sıcak su ilavesiyle istenen yoğunluk elde edilebilir. zira ben blendır aşamasında biraz yoğun olmasını kolaylık ve sıçramaması vs. için tercih ederim tüm bu tip çorbalarda.
Cumartesi, Aralık 09, 2006
geçen hafta II...
Pazartesi günü geçen sene film festivalinde izleyip çok beğendiğimiz dondurmam gaymak a bidaha gittik... Salı günü darlingin ihtiyaçları için bi ön alışveriş merkezi gezmesi yaptık...
Çarşamba günü de Koç Müzesindeki Leonardo : evrensel deha sergisine gittik... Bu sergiye gitmek uzun zamandır aklımdaydı ama sevgili gelince gideriz diye gitmemiştim... Çok da iyi oldu, çünkü böyle şeyleri darlingle gezince daha bi zevkli oluyo... Hem o bu sergiyi kaçırsaydı, ben biçok şeyin yanında bi de bunun için üzülecektim... Leonardonun daha 1500lerde, makara sistemleri ve dişli çark sistemleri gibi mekanizmalar üzerine kafa yorup tasarladığı pek çok alet, günümüz modern mekanik araçların çoğunun yola çıkış mantığın yansıtıyor ve bu da insanı irkilecek derecede etkiliyor... Mutlaka görülmeliymiş gerçekten, iyi ki vakit ayırıp gitmişiz...
Son gün de bi istinye sefası yaptık. 7 aralık günü için hava da bundan daha iyi olamazdı herhalde... Tam, limonata gibi derler ya, öyle... Ne ufacık bi esinti, ne denizde bi dalga... Bizim gibi deniz kenarında yürüyüş yapan birkaç insan, yazları hep gittiğimiz ve kenarda biyerde zar zor yer bulabildiğimiz çay bahçesinde oturan sadece 1-2 masa... Ee tabii yanında bi de güzel bi bardak çay ve iyi kızarmış peynirli bi tost... Tam terapi...
Bu da yürüyüş yaparken karşımıza çıkan bi yenilik. Açıkhava spor parkı, dedim ama tam adı nedir bilmiyorum da ondan... Muhteşem bişey, bildiğimiz fitness salonlarındaki aletlerin neredeyse tümünün renkli ve açıkhava kullanımına uygun sekilde üretilmişleri... Stepper, bisiklet, kürek... ve daha adını bilmediğim neler neler... Bazılarını denedim, çok da eğlencliler... En güzeli de biçok büyük insanın burada vakit geçiriyor olması... Acaip özendim, istinye bana biraz uzak biyer tabii, ama neden benim evimin yakınındaki parkta da bunlardan olmasın ki... İlk iş bunu belediyeye yazıcam...
5gün böylece geçip gitti, ardından biraz hüzün oldu tabiii, ama katlanılabilir boyutta, tabi o da kalan 40 günün hatrına...